Rıza Nur Hatıratı
Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur'un 1926'da Türkiye'yi terk ettikten sonra kaleme aldığı hatıratlar, içerdiği iftiralar ve ağza alınmayacak küfürler nedeniyle yıllardır Atatürk'e karşı sistemli ve bilinçli şekilde yürütülen kara propagandanın ana kaynağı haline gelmiştir.
Hâl böyle olunca Atatürk’e ve cumhuriyet devrimlerine saldırmayı amaç edinen odaklar, Rıza Nur’un hatıralarını adeta ilahi bir kitap gibi sahiplendiler.
Maksat, tarihi gerçekleri ortaya çıkarmak değil de Atatürk’e saldırmak olunca, hatıraların gerçekten Rıza Nur’un kaleminden çıkıp çıkmadığını araştırma gereği duymadılar.
Hatıralarını yazarken Rıza Nur’un ruh sağlığının yerinde olup olmadığı, yazdıklarının gerçek olup olmadığı gibi detaylarla ilgilenmediler. Atatürk’ün annesine iftira atacak kadar alçalıp, Rıza Nur Hatıratını kaynak gösterdiler.
Hatıratın ilginç yayınlanma serüvenine geçmeden önce, tarih yazımında bu hatıralara itibar edilmemesi gerektiğinden ve bunun nedenlerinden bahsedelim. Öncelikle hatıratlar, tarihçilikte birinci elden kaynak sayılmazlar ve belgeyle desteklenmeleri gerekir.
Rıza Nur’un hatıralarında yazdığı safsataları destekleyecek herhangi bir belge bugüne kadar ortaya konulmadı. Sonrasında Rıza Nur’un hatıralarını yazdığı dönemde ruh sağlığının yerinde olmadığını düşündüren ciddi nedenlerimiz var.
Rıza Nur'un hatıralarını okuduğunda çok şaşıran Turgut Özakman, hatıraları
incelemesi için Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Dr. Behçet Tokol’a verir ve der ki:
“Rıza Nur Bey Milli Mücadele döneminde çeşitli görevlerde bulunmuş 14 ciltlik Türk
Tarihi gibi bir eser vermiş, sıra dışı bir insan. Sonra oturup bu garip Hayat ve Hatıratım'ı
yazmış. Pek çok kişi hasta olduğunu anlıyor ve yazıyor ama kimse hastalığının adını ve
niteliğini söylemiyor. Bir de doktor olarak sen incelesen ve kanaatini söylesen. Farz et ki
Rıza Nur Bey psikanaliz koltuğuna uzanıyor ve sana bunları anlatıyor. Kitaplar istediğin
kadar sende kalabilir. Defalarca dinle yani oku, incele, sonunda objektif bir teşhis koy!
Gerçekten hasta mı, hastaysa hastalığı ne?”
Behçet Tokol’un, hatıratı birkaç ay titizlikle inceledikten sonra yaptığı şu tespitler, Rıza
Nur’un ruhsal yapısını anlamamız için son derece önemlidir:
"Hastalığı hakkındaki teşhisim, çok kısa bir ifade ile şudur: Psikopatik bir zemin
üzerinde paranoit reaksiyon. Yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar,
zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından, kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler.
Nitekim hastanın, mesleki ve siyasi hayatında bazı olumlu işlerine ve gayretlerine
rastlamaktayız. Keşke hastalığı erken teşhis edilerek, kendisine psikolojik ve psikiyatrik bir
destek ve tedavi verilmiş olsaydı. Bunun yapılmamış olmasından dolayı üzüldüğümü belirtmek isterim. Anılarını son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki geçekmiş gibi nakletmiş ki bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Bir doktor olarak diyorum ki, bu zavallı hastayı tarihe emanet edelim ve artık rahatsız etmeyelim. Çünkü böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben mümkün değildir."
Behçet Tokol, Rıza Nur’un hastalığının son yıllarda çok arttığını ve artık onun
dejenere psikopat olduğunu ifade etmiştir. Peki Rıza Nur son yıllarda neler yaşamıştır ki
hastalığı psikopatlık derecesine ulaşmıştır?
Rıza Nur, 1926’da İzmir Suikastı ile bağlantısı bulunan pek çok önemli ismin
yargılanması sonucunda kendi hayatını tehlikede görüp Fransa’ya gitmiştir. 1933 yılına kadar Paris’te yaşayan Rıza Nur, bu tarihten sonra Mısır’a giderek İskenderiye’ye yerleşmiştir. İlk kez 1927’de basılan Nutuk’ta Atatürk, Rıza Nur’un Arnavutları Türklüğe karşı isyana teşvik ettiğini söylemiştir. Aşırı milliyetçi olan Rıza Nur, Atatürk’ün bu cümlelerini içine
sindirememiş olmalı ki 1929 yılında Nutuk’a cevaplar niteliğindeki hatıralarını yazmaya
başlamıştır.
Hatıraları yazdığı son tarih ise "vasiyetnamem" kısmındaki 17 Ocak 1936 tarihidir.
Rıza Nur’un yurt dışında hatıralarını yazmaktan başka bir meşguliyeti yoktu. Yurt
dışındaki yalnızlık ve iktidardan uzaklaşmanın verdiği öfke onu iyice bunalıma sokmuş
olmalı.
Fakat Rıza Nur’u tamamen yıkan olay uzun zamandır morfin bağımlısı olan
karısının kendisini aldatarak terk etmesi olmuştur. Rıza Nur’un, 26 Şubat 1936’da
İskenderiye’den Hollanda’ya Leiden Kütüphanesi Doğu El Yazmaları Bölümü sorumlusu
Cornelis van Arendonk’a yazdığı bir mektup onun hatıralarını yazdığı dönemdeki sağlık
durumunu öğrenmemiz açısından oldukça önemlidir:
“(…) Karımın başımdan def’ine memnun oldum. Fakat bu aynı zamanda bana fena tesir etti. Boynuz takmak gücüme, arıma gitti. Bu tesir her gün daha ziyade arttı. İçimi,beynimi yedi durdu. Hazmı bozdu, uykumu aldı. Beni müthiş keder ve hiddet kapladı. İskenderiye’ye geldiğim vakit tartıldım. Sıkletimden tam on altı kilo kaybetmişim. Yüz metre yürüyemiyordum. Hatta ayakta duramıyordum. Beynim bal mumu gibi olmuştu. Karı beni az kaldı öldürüyordu”
Rıza Nur’un çocukluğundan beri artarak devam eden ruhsal sorunları, karısının
kendisini aldatarak terk etmesinin de etkisiyle psikopatlık derecesine ulaşmış, hatıralarını dasağlığı böylesine bozulmuş bir vaziyette iken kaleme almıştır.
Gelelim hatıratın yayınlanma serüvenine…
Rıza Nur Hatıratı, yukarıda belirttiğimiz üzere Atatürk’e atılan iftiraların ana
kaynağıdır. Yayınlanmasıyla ve üzerinden yapılan kara propagandayla Atatürk’e düşman bir
nesil yetişmesine neden olmuştur. Böylesi önemli bir hatıratın mikrofilmleri nasıl olduysa
İngiltere British Museum’dan çıkıp ve yayınlanmak üzere İstanbul’a kadar geliyor.
İstanbul’da kime teslim ediliyor dersiniz?
Kadir Mısıroğlu’na. Şaşırdığınızı biliyorum.
Mısıroğlu, hatıratın kendisine verilmesiyle ilgili “Cağaloğlu’na yerleştim. Burada diğer
eserlerimi telif ederken elime Rıza Nur’un British Museum’a koyduğu hatıralarının mikrofilmi
geçti.
O’nu hayâli “Altındağ Yayınevi” adıyla yayınladım.” diyor. Bu kadar önemli bir arşiv
belgesi İngiltere’den çıkmış, pek çok ülkenin gümrük merkezlerinden geçmiş, en son
Türkiye’ye girmiş ve başka kimse kalmamış gibi Kadir Mısıroğlu’na eline geçmiş. O da hatıraları "sırf tarihe hizmet olsun diye" yayınlayıvermiş!
İşin ilginç yanı şu. Rıza Nur Hatıratı'nın el yazması nüshalarının üç farklı kopyası üç farklı ülkenin arşivlerinde muhafaza ediliyor:
1- İngiltere: British Library (Birleşik Krallık Ulusal Kütüphanesi)
2- Fransa: Bibliothéque nationale de France ((Fransa Ulusal Kütüphanesi)
3- Hollanda: Leiden University Library (Leiden Üniversitesi Kütüphanesi)
İngiltere'deki nüshası Kadir Mısıroğlu tarafından yayınlandı ve Atatürk düşmanı tarih anlatısının ana kaynağı oldu.
Bugüne kadar hiç bir araştırmacı merak edip, Rıza Nur Hatıratı gibi önemli bir kaynağın diğer ülkelerdeki el yazması nüshalarını inceleyip, bugüne kadar yayınlanan İngiltere'de ki nüshasıyla karşılaştırma gereği duymamıştı.
Neyse ki tarihçi Cihan Oktay elini taşın altına koydu ve hatıratın Fransa Ulusal Kütüphanesi'nde ki el yazmalarına ulaşmayı başardı.
Fransa'daki el yazmaları incelenince çok önemli bir detay ortaya çıktı. Atatürk'e ve ailesine hakaret ve iftiralar içeren bölümler hatıratın ana metnine dahil değildi. Sayfa kenarına sonradan küçük notlar halinde iliştirilmişti.
Hatıratın saklandığı ülke İngiltere...
Hatıratı yayınlayan Kadir Mısıroğlu....
Atatürk'e hakeret içeren kısımlar sonradan eklenmiş...
Fazla söze gerek var mı?
Kaynakça:
Cihan Oktay, Doktor Rıza Nur hatıratı üzerine değerlendirmeler 1-2-3, Düşünce ve Tarih Dergisi.
Vatanı düşmanlardan kurtarıp özgür ülke kurmayı yani bir mucizeyi gerçekleştiren ATATÜRK Ü kıskanmaktan geberen gericiler, gebermeye devam edin. ZİRA BÜTÜN DÜNYA ATATÜRKÜ 1 NUMARALI LİDER KABUL EDİYOR
Benim bildiğim fesli kadir den önce bu kitap Abdurrahman Dilipak a veriliyor O dönem tv lerde bazı ip uçlarını verdi çok tepki alınca fesli kadir i kullanmış olabilir.. deli kadir de kendisini tarihçi zannetmeye başlamış hatırat tarihçiliğine başlamıştır.. deli diyorum çünkü adamın raporu var ve o dr a onu hapisten kurtarmak içi rapor verdiğini düşünenlere ben asla deli olmayana deli raporu vermedim beyanı mevcuttur...
Eyüp bey, bu sefil yazıların Fesli Deli Kadir, e verildiğinde A. Dilipak daha lise talebesi. Önce onun eline geçmesi mümkün değil. Ama " Keşke Yunan galip gelseydi" diyen birinin devletin en üst katlarında dahiitibar görmesi düşünülmesi gereken bir husus