Bizim medeniyetimizi, sürekli hasta olarak sunmaya çalışan batılıların tezlerini güçlendiren, büyük bir perişanlık yaşıyoruz. Yazık...
Ey, dindar iktidar!..
İslâm mı hasta, Müslüman mı hasta sorusunu sorma noktasına gelen insanların sayısını, her geçen gün artırmayı başarıyorsunuz ya, “Müslümanlığınızdan” ne kadar övünç duysanız azdır(!)
Devri iktidarınızda, Müslümanın başta imanı olmak üzere, ruhunu da çürütmek için elinizden geleni ardınıza koymadınız.
Dindar olmak için ahlâklı olmak gerekir mi? Yapılan bir ankette, bu soruya %70 civarında gerekmez diyen bir Müslüman toplumu yaratınız ya, var olun!..
Hepiniz oradaydınız...
Rüşvete fetva veren İlahiyat profesöründen, Cumhurbaşkanına; Allah'ın vasıflarını taşıyor diyecek kadar şirke batmış milletvekiline, haram parayla hacca gidilebilir fetvası veren diyanetten, dokuz yaşındaki kız çocuğunun evlenmesini caiz gören hoca efendilere, paralel devlet yapılanmasına cesaret etmiş ve o cesamete ulaşmış cemaat görünümlü çeteden, ekran gevezesi Nihat Hatipoğlulara ve irili ufaklı yazarınızdan çizerinize kadar.
Hepiniz el birliği ile 'İslâm mı hasta, Müslüman mı' hasta sorusunu ne yazık ki zihinlerde yeşerttiniz.
İslâm coğrafyasında ki sapkınlıklara, caniliklere karşı direnen ve Kur'an’ı esas kabul eden, duru bir İslâm anlayışını ete kemiğe büründürmeye çalışan milletin; ‘Dindar bir nesil yetiştireceğiz’ diye yola çıkmış bir iktidarın eliyle geldiği nokta, gerçek mânâda bir çürümedir.
Müslüman zengin olmalıdır fetvasını, sadece cüzdan olarak anlayan; imanı, vicdanı, adaleti, aklı, ahlâkı fakirleştiren tüketim obezi olmuş bir “Müslüman” portresi, yazık!
Pusu, kumpas, iftira, yalan, adaletsizlik, dedikodu, tefrika, “Müslümanın” ayrı ayrı ikizi hâline gelmişse, bunun mesullerinin ahiretlerine kast ettiklerini görmemeleri izaha muhtaçtır.
Kutsal mağduriyet algısını oluşturmak için, dindarın üzerindeki "baskıları!" gerekçe yaparak iktidar koltuğuna oturanlar; ne yazık ki, geçmişteki, "baskı" dönemi dindarının tırnağı kadar bile dindar olamadı.
Artık mağdur olan “İslam'dır” ve bu mağduriyetin tek sebebi de mağrur dindar(!) iktidardır, nokta.
Ekrandaki referans isimlerin, utanmadan arlanmadan kendilerini “İslâmcı” diye sunmaları mide bulandırıyor.
Yapılan her yanlışlığı, “İslâmın” üzerinden meşrulaştırmaya çalışan kimi zevat ise, memleketi darülharp ilân edecek kadar ileri gidebiliyor.
Vah ki vah...
Ganimet helaldir diyerek, milletin emaneti olan hazineyi yağmalayan, caminin yardım sandığını boşaltan, Müslüman maskesi takarak paraya tapınma dininin müridi olmuşların İslam’a verdiği zararı, benim diyen İslâm düşmanı veremezdi.
Ha bu arada, bir yandan İbni Haldun'dan dem vuran, öte yandan masasında âlim diye Kadir Mısıroğlu, Mustafa Armağan gibi dindarları (!) oturtan iktidarın, "Kültürel mânâda iktidar olamadık" serzenişi ise trajikomiktir.
Sizin eseriniz beyler.
Hâlimizi karikatürize eden bir anekdotu paylaşarak bu mevzuyu şimdilik burada keseceğim. Ancak daha sonraki yazılarımda bu mevzuya devam edeceğim.
İşte size, meşhur Bekri Mustafa hikâyelerinden biri.
Bekri Mustafa'yı kısaca bir tanımak istersek; İyi bir hafız olmasına rağmen alkol almasıyla nam salan, nüktedan, hazır cevap ve hak bilirliğiyle, içkiye koyduğu yasakla anılan padişah 4. Murat’ın bile takdirini toplamış bir zattır.
Bekri Mustafa yoksul bir mahallede bir caminin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır. Fakat namazı kıldıracak imam ortada yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır. Ve başında kavuğu sırtında cüppesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı hoca zannederek namaz kıldırmasını isterler.
(Yok ben Hoca değilim) dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler, Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat ölüye ne söylediğini merak eder, Bekri Mustafa gülerek cevap verir.
Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun, eğer orada bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar durumu anlar dedim.
Ez cümle;
Siz anladınız onu...
Gürcan bey hastalığı teşhis etmişsiniz. Hasta Tedavi mi olacak, ölecek mi?