Siyaset kurumu, Atatürk’ün ebediyete irtihalinin ardından toplum ile arasına bir duvar örme yarışına girdi. Bu yarış, bazen duvarların yüksekliğini ve kalınlığını artırdı bazen de duvarların üzerinden birkaç tuğlayı göstermelik de olsa indirmek şeklinde seyretti. Ama hiçbir zaman Atatürk’e rağmen örülen o duvarları, hiçbir siyasetçi yıkmak istemedi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün aksine, millet; kalkınmanın, medeniyeti inşa etmenin aslî unsuru olarak düşünülmek yerine, siyaseti yönetme gücüne sahip olanların “marabası” gibi görülmeye başlandı. Sadece oy istenirken sesine kulak veriliyor gibi yapılacaktı. Yönetme gücüne sahip olduktan sonra da, “Vatandaş, ben ne istersem yapmaya mecbur” anlayışı bağrımızda çörekleniyordu.
Atatürk’ten sonraki yılların sonuna doğru ve ardından gelen çok partili dönemde “marabalaştırma” anlayışının bedelini önce Türk milleti, sonra da Türkiye ödedi.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında, yetersiz nüfus ve Osmanlı’dan kalan borçlara rağmen, ağır sanayi yatırımları art arda gelmişti. Domates, pamuk, üzüm, incir satarak dev fabrikalar kuruldu. Komşularla savaştık diye kin gütmek yerine, diplomasinin yumuşak gücü kullanılıp “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi benimsenerek hem barış kalıcılaştırıldı hem de işbirliğine gidildi. Rusya ve Balkan Antantı buna çok iyi bir örnektir.
Uçak fabrikası açıldı. Hani o bir zamanlar dünyanın kendi kendine yetebilen yedi tarım ülkesinden biri gerçekten de bizdik. O günler, yanlış politikalar yüzünden artık mazide kaldı.
Sonrası mâlûm. O meşhur Marshall yardımları, zeytinyağı, haşhaş, keten, kenevir, tütün, pancar üretimlerine kota koyulması derken bugün, neredeyse, tüm tarım ürünlerini ithal eder hâle geldik.
Tarım bundan nasibini aldı da sanayimiz almadı mı? Misal 1930’larda uçak üreten ve ihraç eden Türkiye, uçak fabrikalarını kapattı. Öyle bugünkü gibi 2011’den beri gökyüzünden yere inemeyen hayalî millî uçakların fabrikaları değildi kapatılan. Atatürk’ün eseri, Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi nice cevherin, cevher yarattığı fabrikalardı.
“İstikbâl göklerdedir” sözünün faziletini, hava sahamızı savunmak için S-400’ler ile NATO arasında oradan oraya savrulurken daha iyi idrak ettik mi, kim bilir?
Sadece tarım ve sanayi mi yapısı bozulan, ya eğitim?
En ücra köydeki çobandan cumhurbaşkanı, profesör, ordinaryüs çıkartan eğitim ile bugün teknoloji denizindeki cehalet kıyas kabul ediyor mu?
Bilim, akıl ve erdemi öncelikleyen Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra, eğitim bir daha iflah oldu mu?
Evet, Cumhuriyet kurulduğunda insanların büyük bir kısmı bilgisizdi ama eğitim ile, yıkık dökük, virane bir ülkeyi baştanbaşa yeniden inşa ediyorlardı. Bugün herkes diplomalı ama ya şahit olduğumuz cehalet ve cinnet kimin eseri?
Dünyanın her bir köşesine bütçesinden para aktaran MEB, internet, telefon, tablet ve televizyondan hiçbirine sahip olmayan 1,5 milyon çocuğu görmedi, duymadı, tanımıyor.
Eğitim çağındaki çocuklar okuduklarını anlamıyor, matematik ve fen bilimleri hak getire. Ben demiyorum. Girin Google'a, eğitimsiz eğitimimizin pürmelalini okuyarak görün!
E tabi birde sosyal ve ekonomik gelişmişlik bundan nasibini almasa olmazdı. Misal 1935’te kurulmuş Şişecam gibi bir kurumumuz hiç olmamış gibi, bardak ve suyun 20 yıl önce ülkemizde olmadığı iddia edildi.
Ekmek 15 gün içinde iki defa zamlanınca Türk halkı israf ediyor onun için gramajı küçültüldü, fiyatı güncellendi açıklaması yapıldı. “Bizden önce Türkiye’de buzdolabı yoktu buzdolabı.” dendi. “(..) Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor” diyen çiftçiye “Ananı da al git” tavsiyesinde(!) bulunuldu.
Zamlar güncelleme, bindirimler indirim oldu. 83 milyonunun tamamının cüzdanına otoyollar bağlanıp köprüler dikildi.
Deli Dumrul misali, geçsek beş geçmesek on beş lira ödediğimiz andayız. Çiftçinin 24 ay taksitle aldığı telefon zenginlik göstergesi oldu.
Yetmedi, çöpten toplanan gıdalarla israfı önlemek(!) için yemekler yapıldı.
Marketten nasıl daha az alışveriş yapmamız gerektiğini anlatan manşetler atıldı.
Türk Milleti yoksulluk ve açlık sınırında sinir harbi yaşamaya başladı. Bu yetmezmiş gibi siyasetçilerin sebep olduğu sistematik şiddet nasıl durdurulacak?
Şiddet; sadece polis, protesto ve dayaktan ibaret değil. Siyaset kurumununun ve siyasetçilerin sebep olduğu ekonomik, psikolojik, kültürel şiddet, dayağın bile önüne geçti.
Vatandaş siyasetçilerden en ufak bir talepte bulunamıyor. En temel ihtiyaçlara sahip birey olunması bile lüks sayılırken, her yıl değişen makam araçları, bol harcırahlar, uçaklar, sarayların her biri mütevâzılık abidesi oluyor.
Ahvâlimiz Şener Şen’in satılığa çıkardığı köyü konu edinen Züğürt Ağa filminden hâllice. Deremiz, ormanımız, toprağın altı, üstü yetmiyor vatandaşlığımız bile satılığa çıkarıldı. 250 bin Dolarlık eve, uğruna onca kan döktüğümüz Türkiye’nin vatandaşlığı satılıyor. Satılan vatandaşlığın Türk lirası bile Dolar kuru üzerinden hesaplanıyor. Nalıncı keseri gibi, müreffeh ve zengin hayat Rabbena, hep bana olsun deniyor.
Siyasetin halk ile bağı artık sadece oy sandığını önümüze getirip götürmekten ibaret. Seçmemiz için önümüze getirilen vekil listeleri, gerçekten halkın arzusuna göre mi oluşturuluyor?
Kimin Türk milletine vekil olmaya aday olabileceğine bile sadece birkaç isim karar veriyor. Adalet, eğitim, sağlık, ekonomik ve sosyal alanda milletin haklarını gözeten icraata, siyaset kurumları içerisinde en son ne zaman şahit oldunuz?
Yoklayın hafızanızı siyaset kurumu sesinizi en son ne zaman duydu?