Türkiye insanlık tarihi içinde çok köklü bir geçmişe sahip. Ne yazık ki bulunduğu coğrafyanın getirdiği sorunlar silsilesi içinde, tecrübelerini ve birikimlerini doğru kullanamıyor. Geçmişte acı sonuçları olan bazı hataları daha da ilerlemiş hâliyle, topluma yeniden tatbik etmek isteyen bir anlayışın hâkimiyeti de hepimizin mâlûmu.
Millet ve iradesi...
Padişahlık ile yönetilen Osmanlı İmparatorluğunda, karar alma mekanizmasında danışma kurulu olsa da tek adamın hâkim olduğu bir sistemin, devletin ilerleyişi ve işleyişini aksattığının fark edilmesi üzerine bu aksaklığı gidermek için çözümler aranmıştır. Tanzimat ve Islahat fermanları ile Meşrutiyetin ilanı bu arayışların sonucudur. Bunlarla aslında millet iradesine başvurmanın temelleri atılmaya başlanmıştır.
Bir asıra yaklaşan bu çabaların sonucu olsa gerek, Millî Mücâdele döneminde de hayata geçirilen ilk icraat, milletin iradesini esas alan bir Meclis kurmak ve açmaktır. Çünkü işgal altındaki bir ülkeyi ancak ve ancak “Milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Yine kurucu anayasalarımız 1921 ve 1924 anayasası da, bir kişinin değil, Türk milletinin iradesini esas alarak hazırlanmıştır.
Cumhuriyetin 100’üncü yılına sayılı günler kala, iki yüz yıla yaklaşan milletin iradesini esas alma anlayışından hızla uzaklaşıldığı endişesi toplumda hâkim. Bu endişeyi duyanlar pek de haksız sayılmazlar. Ülkede her şeye tek bir isim karar veriyor ve devletin işleyişindeki her karar onun iki dudağı arasında.
TBMM’nin nasıl kadük bir yapıya dönüştürüldüğü ortada. Özellikle son on yılda hiçbiri normal koşullarda olmayan seçimler ve referandumlarla, ülkenin yönetim sistemi ve kurumları tamamen değiştirildi. Resmî olmasa da birçok maddesi fiilî olarak ilga edilen bir anayasa ile karşı karşıyayız.
Tüm kişi ve kurumları bağlaması gereken Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararları tanınmıyor, kabul edilmiyor. Öyle ki bu tanımamazlık kararını en üst makamdan topluma deklare etmekte bile beis görülmüyor. Anayasanın tanıdığı haklar bırakın kanun ve genelgeyi, bir Mülki İdari Amirin inisiyatifiyle bile askıya alınıyor.
Devlet kurumlarının işleyişindeki teamüller, kurum hafızası ve tecrübesi bir bir siliniyor. Hızla partilileşen ve bir partinin devletine dönen bir devlet yapılanması inşa ediliyor. Camiye ve kışlaya kasıtlı olarak siyaset sokuluyor. Eğitim, ne idüğü belirsiz din maskeli yapılara terk ediliyor. Anayasadaki Laiklik tanımı yerle yeksân ediliyor. Din ve inanç kavramı siyasi hırslar için sonuna kadar istismar ediliyor. Topluma neye, nasıl, ne şekilde inanacağı, nasıl bir yaşam süreceği, neyi içeceği, ne giyeceği tek kişinin arzusuna göre dayatılıyor.
Düşünme, konuşma, sorgulama...
X Partisinden değil misiniz? Vatan haini, şer odağı, illet, zillet, kafatasçı, ırkçı, zürriyetsizsiniz. Ne gerek var 100 küsur sayıda partiye, tek parti yeter. Yetmiyor diyorsanız siz de demokrasi düşmanı, bu ülkenin altını oymak isteyen şer odaklarının bir neferisiniz kabul edin! Zaten sizin adınıza bir lider kimin sizi temsil edeceğine karar veriyor. Size, sadece seçilmişler arasından seçilmişi seçmek kalıyor. Buna rağmen şikâyet edip bu nasıl Siyasî Partiler Kanunu diye soracak kadar da nankörsünüz!..
X dininin X inancına göre yaşamıyor musunuz? Kâfir, Allahsız, Fatiha bilmez, sapkın, zelil, cehennemliksiniz. Nasıl Müslüman olduğunuzu, cennete gidip gitmeyeceğinizi bile particilik belirliyor.
İslâm adına düşünce zorbalığı yapanlar, makam basamaklarında zirveye çıkıyor.
Barış, sevgi ve hoşgörü dini İslâm anlayışının yerini, aklını huriler ve kadın bedeni ile bozmuş dindatörler aldı. Devir; talana, hırsızlığa, haksızlığa, zulme sesi çıkmayan, toplumu Allah ve Kur’an ile aldatan din istismarcılarının devri.
İnanmamak gibi bir özgürlüğünüz ise yok. Siyasi ikbâl için ideoloji hâline getirilmiş din istismarcılığını reddetmek ne haddinize?
Benden değil misin, o hâlde teröristsin!..
Geçinmekte zorluk yaşıyor ve doğmamış torunlarınız bile borçlu hâle gelmişse, adaletsizlik almış başını gidiyorsa, eğitim “başını eğmek” olmuşsa, parti il başkanları karnenizi dağıtıyor, atamanıza karar verip açıklıyorsa, işe girip giremeyeceğinize bile karar veriyorsa, müsebbibi kesinlikle X partisi olamaz. İktidarı eleştiriyor ve icraatlarını yanlış buluyorsanız siz kesinlikle vatan haini ve teröristsiniz! Hele temel haklarım, yasanın bana verdiği yetkiler falan derseniz teröristliğinize su katılmaz.
Yalama hâline getirilen teröristlik ve vatan hainliği gündemi içinde, vatandaş gerçek sorunlarını anlatmaya çabalayıp dursun. Bu esnada eli silahlı teröristseniz hapisten örgütünüzü yönetebilir, can almaya devam edebilirsiniz. Kırmızı bültenle aranırken TRT’ye çıkabilirsiniz. En yerli ve millî olunan(!) günlerde düzenli şekilde ülkenin başının danışmanları ile görüşebilirsiniz. Bana hizmet ediyorsan diplomasi masası, bana aykırı düşünüyorsan sınır kapısı. Birde hamûşan (kabristan kapısına verilen isim) kapısı... Seç, beğen, al...
İdeolojinize göre bıçakla karpuz dilimler gibi toplumu ayrıştırmak, millî birlik ve bütünlüğü temelden bozar. Bu birlik ve bütünlüğün bozulması koca bir imparatorluğun sonunu getirdi. Tepeden tırnağa, tüm sinir uçlarında açılmış yaralarına tuz basılmış bir Türk milleti var. Duyulan ızdıraba aldırış etmeden, her gün vücutta yeni yaralar açılıyor. Açtığınız bu yaralar hızla enfekte oluyor.
Yeni yaralar açmayı bırakın. Topluma zerk ettiğiniz ideolojik virüs, “hasta adam” illetini nüksettirmeye başladı.