Her Mayıs ayında ülke siyasetinin değişmez iki gündemi vardır. 27 Mayıs darbesi ve İstanbul’un fethi. İlki siyasal kültürümüzün hoşgörüsüzlüğünü, ikincisi akılcı stratejilerin yüzyıllara uzanan kazanımlarını ifade eder. Fakat ne yazık ki günümüz siyasetçilerinin hemen hepsi her iki olay hakkında da hamasetten öteye geçememişlerdir. Bu yazımda sadece 27 Mayıs darbesine ilişkin bir değerlendirme ile yetineceğim.
27 Mayıs 2020 akşamı yaygın olarak izlenen bir televizyonda beklendiği gibi bu konu tartışılıyordu. Sarayın fısıltı sözcülüğünü yapan gazeteci Abdülkadir Selvi’nin demokrasi ve hukukla pek de arası hoş olmayan Doğu Perinçek’i biraz da sıkça sarayda ağırlanmanın verdiği kabadayılık ve Ahmet Hakan gizliden gizliye teşviki eşliğinde azarlamasında tanık olduk.
A.Selvi, Perinçek’e “Hadi 27 Mayıs darbe değil desene” şeklinde popülistçe azarlıyordu. Perinçek de hukuksuzluğun ne kadar ciddi toplumsal felaketlere yol açabileceğini ilk defa savunmak gibi alışkın olmadığı bir söylemle karşılık vermeye çalışıyordu.
Elbette Selvi’nin böyle bir şımarıklık ve dayatmacılık yapması kendini entelektüel olarak gören bir gazeteciye yakışmadı. Ama zaten bir gazeteci ya da entelektüel için iktidar tarafından sırtının sıvazlanması beklentisi düşünme ve muhakeme yetisini öldürmek için yeterli bir zehir.
Ben esas konumuza gelmek istiyorum. 27 Mayıs darbesi neden oldu? Öncelikle şunu bilelim: Demokratik ve hukuki bir iktidarın anayasal kurallar dışında bir usulle yönetimden uzaklaştırılması hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.
Darbecilerin 1961’de çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa getirmiş olmaları yapılan darbeyi hukuk dışılıktan kurtaramaz.
Darbeler her zaman acılar ve travmalara yol açar. Sonuçta adaletsiz bir yargılama sonucu Demokrat Parti iktidarının başbakanı Adnan Menderes ve iki değerli bakan, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hayattan koparılmışlardır. Onları mahkum edenler ömürlerini bu adalet cinayeti ayıbıyla tamamladılar.
Dürüstçe bir soru sormak gerekiyor: 27 Mayıs sadece iktidar hırsıyla hareket eden askerlerin gerçekleştirdiği bir darbe midir? Yaşanan ve darbeyle sonuçlanan siyasal krizde muhalefetin ve iktidarın hiç mi hatası yoktu?
Demokrat Parti 1950’de özgürlük ve hukuk vaat ederek iktidara geldiğinde onun lehine büyük bir toplumsal destek ve coşku vardı. Ancak daha 1951’de CHP’nin malvarlığını hazineye aktarmayı gündemine aldı. Bunu CHP’ye karşı bir şantaj sopası gibi kullandı. Bu konuda ikinci adım 1953’te atıldı ve kanun teklifi Meclise sevk edildi. Muhalefeti destekleyen halk evleri gibi olası sosyolojik dirençler özenle yok edildi.
Oysa çoğulcu siyasal kültür aynı zamanda çok renklilik demekti. 1957 seçimleri pek de dürüst koşullar altında gerçekleşmedi. CHP’nin 1946 seçimlerinde yaptığı seçim yolsuzlukları bu kez DP tarafından iktidarda kalmak uğruna gerçekleştirildi. Demokrat Parti yönetimi kendisini eleştiren herkesi milli irade düşmanı olarak ilan etti. DP’nin hemen attığı her yeni adım seçimle gelmiş olsa da iktidarı ne pahasına olursa olsun bırakmak istemediği izlenimi veriyordu.
Adnan Menderes öncülüğünde başlatılan Vatan Cephesi devlet gücüyle muhalifleri karalama kampanyasıydı. Sıradan insanlar bile sadece isimleri radyodan anons edilsin diye vatan cephesine katıldıklarını bildirmeye başladılar.
İsmet İnönü de yaşanan toplumsal gerginliğe yangına körükle gidercesine 1959’da “Büyük Taarruz” adıyla mitingler düzenlemeye başladı. Toplantılara konan isim Yunan işgalini çağrıştırmaktaydı. İsmet İnönü birçok defa düzenlediği Açıkhava toplantılarında saldırıya uğradı, taşlandı.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, yaşanan siyasal şiddet dilinin en önemli aktörü olarak muhalefeti "haçlı ordusu" diye adlandırıyordu. Yaşanan kör dövüşü C. Eroğul hocanın doktora tezinde ayrıntılı olarak irdelenir (Bu çalışma 1970’de Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi) adıyla yayınlandı. Okuyucular kitabın güncel 3.basımına erişebilirler).
Demokrat Parti çoğunluğu, gazetecilere iktidar hakkında olumsuz düşüncelere yol açan haber ve yorum yapılmasını yasakladı. Böylece “devlet yöneticileri hakkında suizana sebebiyet vermek” suçu yaratıldı. Yapılan şey gazeteciliği, toplumu bilgilendirme kanalını, öldürmekle eş anlamlıydı. Bir süre sonra cezaevleri yandaşlığı reddeden gazetecilerin ortak buluşma adresi oldu.
Demokrat Parti’nin kendisinden kopan küçük siyasi partilere karşı tutumunun da “demokrasi” kültürüyle uzak yakın ilgisi yoktu. Muhalefete oy veren Kırşehir komedi bir kanunla il olmaktan çıkarıldı. Yine muhalefete oy veren Malatya bir kanunla bölündü ve Adıyaman ilçesi il haline getirildi.
Aynı zamanda parti başkanı olan Osman Bölükbaşı ve gazeteci kökenli milletvekili Hüseyin Cahit Yalçın, meclis kürsüsünde iktidar aleyhine dile getirdikleri eleştiriler ve köşe yazılarından dolayı haklarında davalar açılıp cezalandırıldılar.
Yüksek yargıda iktidarın beklentileri yönünde davranmayan yargıçlar emekliye sevk edildiler. Hükumete muhalif akademisyenler görevden alındılar.
1956’da siyasi partilere seçimler dışında açık hava toplantısı düzenlemek yasaklandı. Oysa iktidar mensupları o dönemin en yaygın kitle iletişim aracı olan radyoda her gün saatlerce “hükümet icraatları” adı altında kendi propagandalarını adaletsizce sürdürdü. (Bu konudaki ayrıntılara benim Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, (Bir Sosyal Yapı ve Zihniyet Sorgulaması), Astana Yayınları, 2. Baskı, 2019 adlı eserimden ulaşabilirsiniz).
Demokrat Parti iktidarı en ölümcül hatayı darbeden bir ay önce işledi. Buna göre CHP bir suç örgütüydü! 12 Nisan 1960’ta DP parti genel kurulu toplantısında CHP hakkında bir “Tahkikat Komisyonu” kurulması kararı alındı. Kısa sürede kanun çıkarıldı. Kanuna göre TBMM’de siyasi partilerin meclisteki milletvekili sayısına göre belirlenecek bir komisyon CHP hakkında inceleme yapacaktı. Alınacak karar aleyhine YARGI YOLU KAPALIYDI.
Düşünüz bir kere! Siyasal iktidar, kendisinin en güçlü alternatifi olan ana muhalefet partisinin mallarına el koymak ve kapatmak için düğmeye basmıştı. Adnan Menderes Meclis kürsüsünde eleştirilere şöyle cevap veriyordu: “Eğer kararımız millet nazarında bir hata olarak tecelli edecekse, seçimlerde bu hatamızın bedelini merdce ödemek için hazırlanmış bulunuyoruz”(Doğan, s.152). Yapılan tam bir gafletti ve sonuçları büyük acıları beraberinde getirdi, getirmeye devam etmektedir.
27 Mayıs hakkında gerçekçi ve tarafsız bir tartışma bile yapılamaması, siyasetçilerin yaşanan mağduriyetlerden ganimet avı kapma kolaycılığı, yaşanan darbeden sadece demokrasinin görülüp DP iktidarının keyfi uygulamalarının (hukuksuzlukların) görmezden gelinmesi gündemimizi hala darbe söylentisi hayaletiyle yatıp kalkmamızı tetikliyor olabilir mi?
Siyasal iktidarlara 'darbe'yi sadece vatandaşın sandıkta vurması temennisiyle.