Haftalardır ülke gündemi Ayasofya ile meşgul. Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesini nasıl anlamak gerekir?
Neden daha önce değil de şimdi?
Konu gerçekten sadece bir mabedin nasıl kullanılacağı ile mi bağlantılıdır?
Karar dış dünyada nasıl algılanıyor?
Bu yazımızda konuya ilişkin bir değerlendirmede bulunacağız.
Ayasofya tartışmaları her gündeme geldikçe değerli dostum rahmetli gazeteci Kemal Çapraz’ı hatırlarım. Onun bana samimi bir ortamda aktardığı bilgi Ayasofya’nın özellikle muhafazakâr kesimler için nasıl bir sus payı ya da susturma aracı gibi kullanıldığını hatırlatır.
Yıl 1988 Turgut Özal başbakandır. Özelleştirmelere ilişkin tartışmalar ve ekonomi her zaman olduğu gibi en önemli gündemdir. Özal, Türkiye Gazetesinin sahibini arar ve "Ayasofya’yı gündeme taşıyalım" diye talimat verir. Ertesi gün Ayasofya sekiz sütuna manşet haber konusudur. Bu konuşmaya tanık olan Kemal Çapraz patronunun dudaklarından şu cümlelerin döküldüğüne şahit olmuştur: “Anlaşıldı zam sağanağı başlıyor!”.
Sağ politikacılar Ayasofya’yı hem cumhuriyet rejimini eleştirmek hem de inançlı, eğitim düzeyi düşük kesimleri yatıştırmak ve heyecanlandırmak için adeta bir teskin edici gibi kullanmışlardır. Ayasofya maliyetsiz, hamasete dayalı ucuz bir siyasi manevra aracı olarak hep kullanıldı. Bir dini mabedin bu denli siyasal manivela olarak kullanılması siyaset biliminde tez konusu olacak ölçüde ilginçtir. Ama konunun dini inançları pekiştirmek için ya da sevap kazanmak için gündeme geldiğini söylemek safdillik olur. Muhalefetin bu konuda söz söylemeye cesaret etmesi her zaman zordu. Bu defa da aynısı olmuştur.
Ayasofya üzerinde Türkiye’nin egemenlik yetkisi herhangi bir tartışma konusu değildir. Kimse de böyle bir iddiada bulunamaz, bulunmuyor da. Mabedin yeniden camiye çevrilmesi için yargıyı alet etmek de gereksizdi.
Danıştay kararıyla sonuçlanan dava süreci yargı sistemimizin ne kadar kendi halinde çalışabildiğini de göstermektedir. Sonucun karardan günler öncesinde bazı gazetelerden ilan edilmesi, mahkemeden önce siyasete yakın çevrelerin birçok açıklamada bulunmaları, sanki dış güçler engel olmaya çalışıyormuş propagandası, anayasa mahkemesi kararlarına uyulmayan bir ülkede ihtiyaç varmışçasına Danıştay’dan medet umulması, …bütün bunların ortalama bir zekâ için ne anlama geldiği açıktır.
Konunun dış dünya açısından da yankıları oldu. Olmaya devam edecektir. Avrupa ile zaten soğuk olan ilişkilerde yeni bir bahaneye daha sebebiyet verilmiş oldu. Türkiye’nin dini motiflere dayanan politika yürüttüğü algısı biraz daha perçinlenmiş oldu.
Hâlbuki Özal zamanından beri Ayasofya’nın eklenti kısmı zaten ibadete açıktı. Ayasofya elbette sıradan bir mabet değildir. Ama bir politik gösteri alanına çevrilmesi de doğru bir yaklaşım olarak görünmüyor. Fakat Ayasofya’nın bir politik maymuncuk gibi kullanılmasının da sonuna gelinmiş oldu.
Şimdilerde başlayan ve Ayasofya’nın duvarlarındaki mozaiklerin ne olacağı tartışmaları Ayasofya gündeminin devam ettirileceğini gösteriyor. Oysa eski diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez’in gazetelere yansıyan açıklamasına göre ortada tartışmayı zorunlu kılan bir durum yok. Fakat bu konuda akademik ünvanlıların da katıldığı bir tartışma daha şimdiden alevlenmiş durumda.
Ayasofya neden birdenbire akıllara geliverdi? Öncelikle bu konuda siyasetin adı konmamış vasileri olan cemaat ve tarikatları kendileri açısından bir başarı hikayesine muhtaçlar. Din eğitimi verilen kurumlarda zaman zaman ortaya dökülen taciz ve tecavüz iddialarının en azından inançlı kesime unutturulması gerekiyor.
İktidar açısından Ayasofya hem bir rövanş alma hem de yaşanan ekonomik çöküntüye dair tartışmaları perdeleyecektir. Yolsuzlukların ortaya hiç olmadığı kadar saçıldığı bir dönemde Ayasofya’yı camiye dönüştürmek günahları temizlemeye yeter mi konusunu ilahiyatçılara bırakmak en doğrusu.
Meseleye bir de Avrupa’da yaşayan Müslümanlara yansıyacak sonuçları açısından bakmak gerekir. Ayasofya Avrupa ülkelerinde basında çokça haber ve yoruma konu oldu. Avrupa’da görülen İslam karşıtlığının daha da artması sürpriz olmayacaktır. Dini mabetleri inanç özgürlüğü temelinde değil de salt egemenlik açısından değerlendiren anlayış, dünyada zaten ezilmekte olan Müslüman gruplar üzerindeki baskıları tahrik edecektir.
Daha da önemlisi tartışmalar ve seremoniler sayesinde hukuk devletinin ortadan kalkmasına giden süreç bir süre daha gözden kaçırılmış olacak. Ayasofya’nın hiç olmadığı kadar adalet arayışının arşa dayandığı bir Türkiye’de günlük yaşamımıza ve refahımıza katkıda bulunacağına inanan kaç yurttaş vardır?
Bunu zaman daha iyi gösterecektir.
Bakalım muhafazakâr anlayış yeni bir siyaset maymuncuğu icat edebilecek midir?