23 Nisan’ın bizim için iki kez anlam taşıdığı bir günde, kulisler oldukça hareketli ve günler öncesinden ifade edildiği gibi, okyanus ötesinden pek de iç açan haberler gelmiyordu. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir sözünde olduğu gibi, iktidarımızın dış politikasının sık sık z çizen hâli, Türk milletine bir cephede daha kaybettirmek üzereydi. Türkiye için CAATSA yaptırımları yürürlüğe girdi. S-400 almamız gerekçe gösterilerek resmî olarak F-35 projesinden çıkarıldığımız, ABD tarafından duyuruldu. Bu proje kapsamında parasını ödediğimiz uçakları bile alamadığımız gibi, ödediğimiz meblağın Halk Bankası davası ile ilgili bir uzlaşma aracı olarak kullanılmasını istediğimiz yönünde haberler yayıldı. İktidardan bu fısıltı gazetesi haberlerine hiçbir yalanlama gelmemesi, proje kapsamında ödenen paralarımızın akıbeti konusunda da bir açıklama olmaması oldukça manidar.
Böyle bir ortamda ABD Başkanı, Türkiye’yi, Osmanlı Devleti’nin 1915 yılında uyguladığı Ermeni Sevk ve İskânı Kanunu sebebiyle “soykırım” yapmakla itham etti. “Monşerler” ve “Yahudi” dostlarımız sayesinde ABD’nin yıllardır kabul etmekten kaçındığı bu iftira, artık ABD’nin resmî bir siyasî argümanı olacak. Haricîye; eş, dost, akraba ve tüccarlar ile doldurulmasa, etkin ve liyakatli bir haricîye ve lobi faaliyetimiz olsaydı, ABD’ye karşı bırakın Türk, Rus, İngiliz vb. arşivlerini sadece ABD arşivleri ile bile bu iftirayı çürütebilirdi.
Ermeni iddiaları hem Osmanlı’da Divanıharbi Örfî mahkemelerinde yargılanmış hem de İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından Malta’da kovuşturulması yürütülmüş ve yargılanmaya gerektirecek herhangi bir suç unsuru bulunamamıştır.
TBMM Eski Başkan Vekili Uluç Gürkan’ın, İngiliz ve ABD arşivlerinden yazışmalarla belgelendirdiği Ermeni Sorununu Anlamak Malta Yargılamaları 1919-1921 adlı kitabında orijinalini de paylaştığı belgeler var.
O belgelerden birkaçı bile bu asılsız iddiayı çürütmektedir. FO 371/6504/E.8519 (13 Temmuz 1921) numaralı belgede; Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği’nden Dışişleri Bakanlıgı’na, Amerikan arşivinde yapılan araştırmada Ermeni soykırımı kanıtı bulunamadığı, bulunma umudunun da olmadığı belirtilmiştir. “(..) Amerikan Dışişleri yetkilileri konuşma sırasında , verecekleri bilginin hiçbirinin bir hukuk mahkemesi önünde kullanılmaması arzusunda bulunmuşlardır.
Bu bakımdan ve Amerikan Dışişleri’nin elindeki raporların Türkler hakkında Majesteleri Hükûmeti’nin hâlen elinde bulunan bilgilerin desteklenmesine yararlı olabilecek hiçbir delil içermediği dikkate alındığında, korkarım ki bu konuda Amerikan Dışişleri’ne yeni araştırmalar için başvurulsa dahi bir şey elde etme umudu kalmamıştır. Sadece, Amerikan Dışişleri’nin yakın gelecekte pozisyonlarını nasıl netleştireceklerini bilmediklerini bildirmekten üzüntülüyüm.”
Yine bir başka belgede de Sevr’e dayanarak Türkleri soykırım suçu ile mahkûm ettirmek için kovuşturma yürüten İngiliz Kraliyet Başsavcısının kovuşturma sonucunda, Başsavcının İngiliz Dışişleri Bakanlıgı’na, İngiliz mahkemelerinde geçerli nitelikte kanıt bulunmadığı gerekçesiyle Ermeni soykırımıyla suçlanan Malta’daki tutuklu Türkler aleyhine dava açılamayacağını bildiren yazdığı yazı da (FO 371/6504/ E.8745 29 Temmuz 1921) orijinal belgesi ile mevcuttur. Tüm bu belgelere rağmen ABD’den sonra İngiltere de bu iftirayı kabul edenler kervanına mı katılacak, yoksa kendi arşivinin namusunu ve onurunu koruyacak mı hep beraber göreceğiz.
ABD başkanının siyasî olarak bir Türk kırımına yol açtığı artık vâkîdir. Vâkî olan başka bir şey de Türkiye’de 7’den 70’e herkes bu mesele hakkında olumlu, olumsuz konuşurken, sadece “bir” kişinin suskun kalmasıdır. 7/24 bulduğu her fırsatta kamera karşısına geçip konuşan, sürekli bağıran, azarlayan, hakaret eden, aşağılayan, sözleriyle toplumda kutuplaştırmayı artıran, güzel bir sözüne toplumu hasret bırakan makamın sahibinin, bu “soykırım” iddiası karşısında henüz konuşma yapmaması dikkati çekti.
Atanmış iki memurun birkaç tivit ve bir metin ile cevap verdiği, ABD Büyükelçisinin Dışişleri Bakanlığı’mıza çağrılmasıyla geçiştirilemeyecek, bizim için yok hükmünde denilip geçilmeyecek kadar önemli bir meselede, bu suskunluğu ve kamera orucunu neye yormalıyız?
AYKIRI 1 YAŞINDA
Bundan bir yıl evvel, 23 Nisan’da “Aykırı” ailesi olarak sizlere merhaba demiştik. Tıpkı 101 yıl önce bağımsızlığımızı ve Türk milletinin egemenliğini tesis etmek adına, milletin meclisini kurmak için yola çıkanların düsturu gibi. Gücümüzü sadece ve sadece Türk milletinden almak, kalemimizi kâğıdımızla, yazılarımızı da sizinle buluşturmak için bir 23 Nisan’da Aykırı var oldu.
101 yıllık millet iradesi, 98 yıllık bağımsız bir cumhuriyet idaresinde Türkiye’miz çok şey yaşadı, mücâdele etti ve üstesinden geldi. Son bir yılını da Aykırı ailesi olarak tarihe not düştük. Not düştüğümüz konular maalesef pek de içimizi açmadı.
Yemeğimizin tadı, rengi salçamızın, ayaklarla ezilen domatesten imal edildiğini de, yediğimiz peynir ve yoğurdun, içtiğimiz sütün içinde, yarı çıplak banyo yapıldığını da ilk bu mecradan okudunuz. Atatürk’e atılan sayısız iftiranın tarihî belgelerle cevaplarını Aykırı’da öğrendiniz, Aykırı’yı kaynak göstererek eşe dosta doğrusunu anlatmaya çalıştınız. Suriyelilere 71 milyar Dolar harcandığına da, devletin soyup soğana çevrilmesinin haberlerini de, “pudra şekeri”nden, FETÖ seviciliğe kadar binlerce haber ile ulaşmanız gereken doğru bilgilere bu mecradan ulaştınız. Türk milletinin değerleri ve menfaatlerinden yana tavır alan haber dili, beşinci kol faaliyetinin maşası değil de sadece halkın haber alma hak ve hürriyetini gözeten anlayışı ile Aykırı, hepinizin takdirini kazandı. Tabi ‘habere erişim engeline getirilen erişim engelleme haberine de engelleme getirildi’ gibi trajikomik haberler de okumadı değilsiniz. Kısaca bir yıl gibi kısa bir zamanda sizlerle olsak da epey uzun bir yolu birlikte katettik