Modern ve güçlü devlet olabilmenin yolu güçlü ekonomiye bağlı; adalet, sağlık ve güvenlik sisteminin düzgün işlediği bir yapıdan geçer.
Türkiye, ne yazık ki birçok alandaki geriye gidişini sağlıkta da yaşıyor. Özellikle sağlık personeline yönelik son yıllarda artan şiddet dalgası son olarak Konya Doktor Ekrem Karakaya'nın görevi başında katledilmesiyle zirveye ulaştı.
Köşemi, sistemin içinden bir doktorumuza bırakmak istiyorum. Bir süredir kendisiyle iletişim halindeydik, anlattıklarını bir mektup gibi kaleme almasını rica ettim. Sağ olsun kırmadı. Sözü kendisine bırakıyorum:
"Hali hazırda 12. yılını çalışan, okul ile birlikte sayarsak 18 yılını bir şekilde mesleğin içinde geçirmiş bir 'Pratisyen' hekim olarak yazıyorum bunları.
Pratisyen kelimesini özellikle vurguladım zira uzman olayım desem artı beş yıl daha lazım, mecburisi de cabası. Hatta bir delilik yapıp da yandal uzmanı olsam yine üç yıl ve mecburi hizmet var.
Batuhan Bey, ülkemizde başka bir meslek söyleyin ki mezun olunca devlet diplomasına el koysun ve 300-500 gün arası mecburi hizmete tabi tutsun?
Uzmanlık ve yandal yapınca aynı mecburi hizmet var. Yani bir yandal uzmanı (Onkoloji, gastroenteroloji, hematoloji, çocuk kardiyoloji, perinatoloji, proktoloji, algoloji… vs) hiç takılmazsa ve her şey yolunda giderse 6+2+5+2+3+2=20 sene sonra diplomasına kavuşuyor.
Bu da yaklaşık kırk yaş ediyor. Bu arada evlenir mi, çocuk mu yapar yoksa ordan oraya geçen zorlu eğitimlerde sürünürken kendine bir hayat mı kurar, orasını siz takdir edin.
Bu kadar emeğe karşın “Varsın gitsinler!” derseniz bu kişiler gider ve emin olun kaybeden sadece halk olur.
Bakın ben bir doktorum, aile hekimiyim. Bugün, herhangi bir yakınımın başına bir durum gelse gerek Türkiye’de gerek de yurt dışında ben öyle veya böyle, ama özelde ama devlette doğru hekime ulaşırım.
Ama köydeki Mehmet Amca, Fatma Teyze ulaşamaz. Bu ülkede insanlar binlerce TL sigorta primi ödemekte. Ne ben ne de herhangi bir vatandaşımız bu durumu hak etmiyor( Bu arada her ay yaklaşık 2000 TL sigorta primim kesildiği halde ben de devlette bütün muayenelerde ve tetkiklerde keza eczanelerde reçete alımlarında deli gibi ücret ödüyorum).
Doktor tarlada yetişmiyor, manavda satılmıyor. Bugün, bakanlık adına çalışan tüm hemşireler, ebeler… vs diğer sağlık personelleri işten ayrılsa atama bekleyen onlarcası var yerlerine.
Ama son on yılda niteliksiz, hastanesiz, hocasız ve şişirme kontenjanlarla açılan onlarca tıp fakültesine rağmen yeterli sayıda doktorumuz yok(hiç olmadı hatta) ve bunu bile bile özele/yurtdışına gitmemiz için her şart sağlanıyor.
Meslekte sorun çok, kısa kısa yazayım. En büyük sorunlardan birisi maaş ve ödeme şekli. Bugün emekliliğe yansıyan maaş haricinde ödenen sabit döner sermaye+performans+nöbet+icap vs bunların hiç birisi emekliliğe yansımamaktadır.
Bugün, emekli olan bir pratisyen hekim yaklaşık 7000, uzman hekim ise 8000 TL maaş almaktadır.
Genel cerrah ameliyattayken çocuğunun okul taksidini, ev kirasını, arabasının deposunu nasıl dolduracağını düşünmemelidir. Aksi halde malpraktis kaçınılmazdır.(Malpraktis sorunu ayrı bir olay, yapılan işlemden elde edilen kazancın onbinlerce katı tazminatlar ödeniyor, mesleki sigorta korumaya yetmiyor bizleri) Keza aile hekimliğinin ücret sistemi bambaşkadır, o ayrı bir tartışma konusu olur.
Biz bu sorunları dile getirip 'Emrimizdeki personelden az maaş alıyoruz' dediğimiz "Şükredin, asgari ücretli ne yapsın" serzenişi alıyoruz. Ben asgari ücretli olmak için mi yıllarımı verdim? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır?
Bir diğer sorun özlük haklarıdır. Şöyle ki aynı/yakın kadro-derece-kademe-unvan sahibi olmamıza rağmen emsal memurlardan çok daha azını almaktayız.
3600 katsayısı herkes için getirilmeye çalışılarak ayrıca hak kaybı yaşatmaktadır. Bugün adalet bakanı asla zam haberi vermediği halde yeni mezun bir hakim yaklaşık 25 bin TL almakta ama sağlık bakanı, cumhurbaşkanı her ay müjde vermesine rağmen yeni mezun bir doktor taş çatlasın 8000 TL almaktadır. Bu bize reva mıdır?
Başımızın belası sorunlardan birisi de şiddettir. Sağlık sisteminin getirdiği sorunlar neticesinde artan iş yükü sonucu tartışmalar ve hatalar kaçınılmazdır.
Vatandaş sizin de bahsettiğiniz gibi MHRS’den randevu bulamamakta (çünkü doktor yok, malum gittiler), bunun sorumlusu olarak doktoru görmekte ve randevusuz hasta bakmaya zorlamaktadır.
Bakanlık ise beş dakikada bir randevu açmakta ve hatta randevusuz hastaları da geri çevirmeyeceksiniz demektedir. Dolayısıyla bütün bunların üzerine şımartılmış hastalar ve doktor dövdükten sonra karakoldan/savcılıktan doktordan önce çıkanlar oldukça kimde çalışma aşkı kalır ki?
Yani düşünün, emeği çok, hakkını alamayan, üstüne dayak yiyip tazminat ödeyen bir işimiz var. Siz olsanız yapar mısınız?
Uzun çalışma süreleri, klinik eğitimlerde(özellikle cerrahi branşlarda) hocaların egoları vs yüzünden doktor ölümleri, intiharları olmaktadır. Yakın zamanda 36 saat nöbet sonrası trafik kazasında kaybettiğimiz meslektaşımızı ne çabuk unuttu bu millet?
Bir şoföre dokuz saat üzeri araba kullandırmayan sistem neden bizi 36 ve bazen 48 saat çalıştırmaya zorlamaktadır? Geçtim onu, acil servislere gereksiz onlarca başvuru var ve eski sağlık bakanımız (ayrıca mesleğin köküne kibrit suyu döken) Recep Akdağ’ın meşhur sözüyle 'Tırnağım ağrıyor' diyene bakmak zorundayız.
Dünyanın neresinde var bu durum?
Mecburi hizmette 400 hasta baktığım bir nöbet sonrası aracımla takla attım ben, uyuyakaldığım için.
Ve o tarihte henüz aday memur olduğum için olası bir sakatlık/vefat durumunda ne tazminat, ne emekli maaşı, ne malulen emeklilik ne de iş kazası olarak işlem yapamıyorum. Reva mıdır bize bunlar?
Verilen ama hiç yerine getirilmeyen sözler, bir gecede kendilerine maaş zammını çıkarıp beş aydır bizi oyalayan meclis ve hükümet, yalaka sarı sendikalar…. vs Daha neleri sayayım ki size?